Kent katmanları ve buluntular

Troya Katmanları ve Buluntular

Batı Anadolu Bölgesi’nin en önemli yerleşmelerinden biri olan Troya; köprü niteliğindeki konumu nedeniyle deniz ticareti açısından oldukça önemlidir. M.Ö. 3000’den M.S. 500’lere kadar sürekli yerleşim görmüş; 10 farklı kent katmanı ve 50’den fazla yapı evresi tespit edilmiştir. Bu kentler özetle:

Troya I-III (Denizsel Troya Kültürü); özellikle Akdeniz Bölgesi’ndeki bu dönem yerleşmelerinin dağılımı daha çok deniz kenarlarında olduğu için bu isim verilmiştir.  

Bu dönem M.Ö. yaklaşık 3000‘de başlayıp 2200‘lere kadar devam eder. Bununla birlikte yapılan kazı çalışmalarında bulunan yoğun deniz ürünü kalıntıları da beslenmenin de ağırlıklı deniz ürünü tüketimi şeklinde olduğunu göstermiştir. Ayrıca Troya’da yapılan paleocoğrafik araştırmalar ile bugünkü deniz seviyesinin, Troya I-III döneminde daha yüksek olduğu ve kentin deniz kıyısında kurulduğu bulgular ile desteklenmiştir.

Troya I döneminde kent 90 metre çapında, küçük bir yerleşim şeklindedir. Troya I yerleşimi anakaya üzerine kurulmuştur ve 4 metre kalıntı dolgusu uzun süreli bir yerleşime işaret eder. Hafif içeriye eğimli bir sur duvarı yerleşimi çevrelemektedir. Kulenin önünde, insan gövdesinin üst kısmının kabartması yapılan (silahlı?) bir stel bulunmaktaydı. Bu stel bugün Troya Müzesi’nde sergilenmektedir. Saray ve kült amaçlı binalarda kullanılan ve aynı zamanda “megaron” adı verilen; açık ön girişli ve tek odalı uzun evler görülmektedir. Bu örnekler Yunan-Roma tapınaklarının ilk örnekleri olarak da kabul edilir.

Schliemann, ilk üç kazı mevsiminde höyüğün ortasından geçen, 40 m. genişliğinde ve 17 m. derinliğindeki kuzey-güney yarmasını açmıştır. “Arama kazısı” olan bu çalışmalarla ana kayaya kadar inilmiştir. Schliemann bu yöntemle “Priamos Kalesi”ni bulacağını umuyordu; ancak bu çalışmalar sırasında, üst tabakalardaki önemli yapı kalıntıları kısmen ya da tamamen tahrip edilmiştir. Yarmanın tabanında, gördüğünüz Troya I’in erken evrelerine ait (yaklaşık M.Ö. 2920) duvar kalıntıları bulunmuştur.

Bu dönemde Anadolu’da yerleşmelerin sayısı azalsa da daha büyük merkezler ortaya çıkar. Uygarlık gelişimi doruk noktasında olup, beylik merkezleri oluşmuştur. Bunların içinde en bilineni Troya II’dir.

Troya II döneminde (M.Ö. 2550-2200) kent; 9000 metrekareye yayılmış ve bir surla çevrilmiştir. 330m uzunluğunda savunma duvarları eğimli bir alt taş temel üzerine kerpiçten örülmüş yer yer 6 metre yüksekliğindedir. Elde edilen buluntular ile bu yerleşimin, beylik ya da krallık merkezi olduğu düşünülmektedir.

Kent; halkın yaşadığı aşağı şehir ve daha büyük yapıların bulunduğu, idareci sınıfın yaşadığı yukarı şehirden oluşmaktadır. Bu dönemde deniz ticaretinde etkili oldukları için zenginleşmenin olduğu ve kentin yağmalanmasından korktukları için de surlarla çevrildiği düşünülmektedir.

Çömlekçi çarkı kullanılmaya başlanmıştır (IIb tabakası). Ayrıca depas amphikypellon adı verilen çift kulplu uzun kadehler bu dönem için tipiktir. Troya II evresi büyük bir yangınla son bulmuştur.

1873 yılında Heinrich Schliemann tarafından bulunan ve “Priamos’un Hazineleri” olduğunu iddia ettiği Troya hazineleri, Troya II evresine tarihlenmiştir. Birçok göz alıcı ve değerli parçadan oluşan hazinenin içinde; altın çift spiralli broş, küpe, şişe ve bilezik gibi binlerce parça bulunmaktadır. Bu buluntular dört bir yana uzanan ticari ilişkileri gösterir ve o döneme kadar Mezopotamya ve Mısır dışında pek rastlanılmayan üstün işçilik gösterirler. Bu eserler günümüzde Çanakkale, Moskova, St. Petersburg, Atina, Berlin, Philadelphiya ve Ptorzheim’ deki müzelerde sergilenmektedir. Eserlerin arasında nadir Troya III dönemine ait parçalar da bulunmaktadır.

Troya III dönemi ( 2200 – 2000) daha küçük yapılar ortaya çıkmaktadır. Deniz ticaretinde bir azalma görülse de, Suriyeli tüccarlarla yapılan ticareti göstermesi nedeniyle, Mezopotamya kökenli “Suriye şişeleri” denilen kap formları önemlidir. Bu dönemin sonlarına doğru Anadolu coğrafyası özellikleri taşıyan malzemeler öne çıkmaktadır. İç kısımlarda çok daha erken dönemden bilinen kubbeli fırınlar Troya’da ilk defa Troya III’te görülmektedir. Tabakalanma en az dört evreden oluşur ve hızlı bir geçiş yansıtır. Troya III dönemi de büyük bir yangın felaketiyle son bulmuştur.

Troya IV-V ( 2000 – 1700) ; Anadolu karakterli Troya Kültürü olarak tanımlanır. Bu dönemde deniz ticaretinin de azlığına bağlı olarak kültürel açıdan Anadolu ile daha çok bağ görülür ve etkileşim daha fazladır. Bu nedenle, “Denizsel Troya Kültürü” yerini “Anadolu Karakterli Troya Kültürü”ne bırakmaktadır. Kale yerleşmesi 18.000 metrekarelik bir alana yayılmıştır. Troya IV döneminde üst üste 7 yangın evresi tespit edilirken Troya V döneminde pek çok yapı evresi bulunmaktadır. Yaygın formlar insan yüzlü tasvirli kaplardır. Ortak duvara sahip düz damlı yan yana inşa edilmiş evler çoğunluktadır. Bu evlerde tespit edilen kubbeli fırınlar beslenme alışkanlıklarının değiştiğini göstermektedir. Bu dönemde yerleşmede deniz ticaretinin az olması nedeniyle ekonomik açıdan gerileme görülmektedir. Troya V’e ait bilgilerin azlığının nedeni; anıtsal Troya VI yapılarının inşası sırasındaki teraslamada yok olmalarıdır. Bu dönemin sonlarına doğru Ege ile ilişkiler yavaş yavaş tekrar canlanmaya başlamıştır. Son yapı evresi yangınla tahrip olmuştur.

Troya VI-VII ise (M.Ö. 1700‘den 1100‘lere kadar ) arkeologlar tarafından “Yüksek Troya Kültürü” olarak tanımlanmıştır. Orta ve Geç Tunç Çağı’na tarihlendirilen bu dönemlerde kent altın çağını yaşamıştır. Hitit kaynaklarında Wilusa olarak adlandırılmış yerleşim bir yönetim ve ticaret merkezi olarak tanımlanabilir. Kalesi 20.000 metrekarelik bir alana yayılmıştır. Kent coğrafi bakımdan Doğu Akdeniz’de önemli bir konumda bulunmaktadır ve döneminde 100 km lik çevresinde yapılan araştırmalarda en büyük yerleşim olma özelliğine sahiptir. 4-5 metre genişliğinde ve 6 metre yüksekliğinde dikdörtgen taşlar ile örülmüş savunma duvarları kule ve bastiyonlarla güçlendirilmiş olup kerpiç ile duvarlar 10 metre yüksekliğe ulaşıyor olmalıydı. Testere dişi tekniği ile örülmüş olan duvarlar 200×300 metrelik bir alanı çevrelemektedir. Kaleye ana giriş güney kapısından olup bu kapıda kule ve önünde bir stel bulunmaktaydı. Bu kapıdan taş döşeli bir yol höyüğün merkezine gidiyordu. Elde edilen buluntulara göre Troya VI evresinin bir depremle yıkıldığı düşünülmektedir.

Troya VIIa evresi; büyük bir yangın ile sonlanmıştır ve kazılarda birçok ok ucuna rastlanmıştır, bu iki olgu kentin bir yağma ile yıkıldığını göstermektedir. Bu sebeple, Homeros’un İlyada’sına konu olan savaşın yapıldığı evre olarak tanımlanır 

Wilusa olarak adlandırılan kent, Ilios ya da Troya adını bu dönemde almıştır. Achiyawa (başkent Theben ile birlikte) ve Hititler (başkent Hattuşa ile birlikte) arasında yaşanan güç kavgasında Troya’nın önemi daha da artar. Bu dönemde her yerde yapılan inşa çalışmalarında savunma duvarları yapılır, depolar hazırlanır ve devlet anlaşmaları imzalandığı görülmektedir. Troya’da ise daha önce açık olan girişlerin kapatıldığı gözlemlenirken nüfusun kalabalıklaştığı hem kale içi hem de kale dışında düzenli ama daha bitişik yerleşimden gözlemlemekteyiz. Troya VII (VIIb1) tabakasında yeniden el yapımı çanak çömleğin yüksek miktarda bulunur ancak bu kısa bir geçiş dönemidir. Troya VIIb2 ve VIIb3 tabakaları ise Balkan etkisindeki Troya olarak isimlendirilir. Bu dönemde Kuzeydoğu Balkan ve Batı Karadeniz Bölgesi’nin bilinen el yapımı malzemesi görülür. Küçük planlı yapılar kalenin iç kesimi ile dışında görülmektedir. 

M.Ö. 12. yy. da, Troya’nın savaştan sonra yıkılmasının ardından, M.Ö. 7. yy’da yeni  tapınakların yapıldığı yer olan kutsal Ilion’dan çıkan “Ilion Yazıtı” M.Ö. 2. yy’a tarihlendirilir. 

Troya Antik Kenti kazılarında ele geçen en önemli buluntulardan biri olan “Luvi mührü” Troya VII tabakasında (M.Ö. 12. yy) ele geçmiştir. Çapı 2,3 cm olan mührün; ön yüzünde Luvi dilinde hiyeroglif yazısıyla bir habercinin ismi, arka yüzünde ise karısının ismi yazmaktadır. Bronz mühür, Karanlık Çağ’da Troya’da yazının kullanıldığının bir kanıtı niteliğinde olması nedeniyle önemli bir buluntudur.

Troya VIII’de birkaç yüzyıllık bir yerleşme boşluğundan sonra M.Ö. 700‘lerde başlayan Grek yerleşmesi M.Ö. 85‘lere kadar devam eder. Homeros’un yaşadığı dönemde Aiol bölgesi Yunanları tarafından inşa edilen Troya savaşının geçtiği “Kutsal İlion Kenti”   olarak bilinen yerleşim bilinçli olarak saygı görürdü. Athena tapınağı ve batıda bulunan kutsal alanı ile yüceltilmiş olan kent İlion kent birliği içinde politik ve dini bir merkez haline gelmiş Troya VI ve VII’de aşağı şehir olarak kullanılan alanda düzenli bir aşağı şehir kurulmuştur. MÖ 85 yılında Romalı komutan Fambria tarafından yıkılan “Kutsal İlion Kenti”  Troya IX döneminde İmparator Augustus döneminde yeniden yapılaşma sürecine girmiştir. 

Troya IX’da M.Ö. 85‘lerden M.S. 500‘lere kadar bir Roma yerleşmesi bulunmaktadır. Dor düzenindeki sütunlarla çevrilmiş ve karelere bölünmüş bir tavanla kapatılmış Athena Tapınağı, metop kabartmalarla süslenmiştir. Bu metoplardan en ünlüsü; bugün Berlin’de olan, Apollon-Helios betimli metoptur. 36×16 m. boyutlarındaki yapı, Roma Dönemi’nde İmparator Augustus’un (M.Ö. 31-M.S. 14) emriyle yenilenmiştir. Tapınak; Yunan ve Roma Dönemi’nde, her yıl tanrıça Athena onuruna düzenlenen şenliklerin merkezi haline gelmişti.

Odeon, hamam ve pek uzak olmayan Bouleterion, şehirdeki günlük yaşamın geçtiği Agora’nın, yani şehir meydanının sonundadır. Odeon’un yarım daire biçimli orkestrası, üzerinde gerçek boyutlardaki Hadrian’ın zırhlı heykelinin olduğu “skene” olarak tanımlanan

sahne yapısıyla çevrilmiştir. Odeion Hadrian ve Caracalla tarafından restore ettirilmiştir. Orkestra, kalker taşından plakalarla çevrilmiş, bu plakaların üzerine yine kalker taşından oturma yerleri yapılmış ve oturma yerleri de geçiş yollarıyla bölümlere ayrılmıştır. Odeon’un çevresine dağılmış birçok mimari ögeyi görebilirsiniz. Odeion’un yanında mozaik döşemelere sahip bir spor ve hamam kompleksi bulunmaktadır. Ayrıca tapınak alanının kuzeybatısına büyük bir tiyatro yapısı yaptırılır. Tiyatro yapısının günümüzde sadece arazi formu görülmektedir.

1993 yılında gün yüzüne çıkan Hadrianus heykeli, M.S. 117-118 yıllarına tarihlenmektedir. Troyalılar, imparator Hadrianus’a şükranlarını sunmak için yaptırmışlardır. 124 yılında yaptığı Troya ziyaretinde Odeion’un yeniden düzenlenmesi için parasal yardımda bulunmuştur. Troyalıların Hadrianus’a şükranlarını sunması için yapılmış olan bu heykel, Troya IX (M.Ö 85- M.S. 450) tabakasında, tiyatroda skene (sahne) yapısının arkasında bulunmuştur. Yerleşim zaman içinde önemini yitirmiş ve MS 500’lerdeki iki deprem ile yıkılmıştır. MS 4. Yüzyılın başlarında Büyük Konstantin başkentini İlium’a taşımayı tasarlayarak yeniden imar çalışmaları başlatmıştır. 

Troya X’da ise MS 4. Yüzyılın ortalarında rahiplik merkezi olan yerleşim yaşanan depremlerin ardında MS 12. yüzyıla kadar yerleşim görmemiştir. 12. yüzyılda başlayan Bizans yerleşmesi, 13. yüzyıla kadar sürmüştür. Yunan-Roma kutsal alanının olduğu yer ile eski kent yerleşmesinin sınırındaki alanda çok sayıda mezar buluntusuna rastlanmıştır. Bu tarihten sonra da o dönemdeki büyük politik değişiklikler nedeniyle Troya, kültür hayatındaki eski önemini kaybetmiştir. MS 14. Yüzyılın sonunda Osmanlı fetihleri ile birlikte yerleşme tamamen terkedilmiştir. 17. yüzyıldan itibaren ise özellikle Avrupalı aydınların artan Troya ilgisi, Heinrich Schliemann’la doruk noktasına ulaşmış ve bu önem günümüze kadar devam etmiştir.

Günümüzde ise 1996 yılında Troas bölgesinin bir kısmı “Troya Tarihi Milli Parkı” olarak ilan edilmiştir. 1998 yılında ise “UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi ”ne alınmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2014 yılında başladığı Troya Müzesi 2018 yılında açılarak hizmete girmiştir.